🐻 Coğrafi Keşiflerde Insan Hakları Ihlalleri
Ayrıca insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda ilerleme kaydedilmediğini söyledi. Raporda yer alacak olumlu kısımlara değinen Amor, "İlişkilerimizde artık yeni bir hava içerisindeyiz ve bunun, son derece olumlu bir hava ve ortam olduğunu söyleyebilirim.
Madde4 – İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun görevleri şunlardır: a) Uluslararası alanda genel kabul gören insan hakları konusundaki gelişmeleri izlemek, b) Türkiye'nin insan hakları alanında taraf olduğu uluslararası andlaşmalarla T.C.
Bugün itibarıyla bakıldığında, Yukarı Karabağ’da hâlâ insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır. Azerbaycan’ın Avrupa Konseyi’ne üye olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olması, yapılan ihlallerden dolayı mağdur olan kişilerin Avrupa İ nsan Hakları Mahkemesi’ne baş vurmalarının yolunu açmış tır.
Coğrafi Keşiflerin Siyasi ve Sosyal Sonuçları. Afrika,Amerika,Avustralya ve okyanuslar keşfedildi. Önce İspanyollar ve Portekizliler,daha sonra Hollandalılar ve İngilizler büyük bir sömürge imparatorluğu kurmaya başladılar. Yeni keşfedilen yerlere Avrupa’dan büyük bir göç dalgası gitti. Yeni kültürlerle etkileşti.
Çinin Doğu Türkistan’daki İnsan Hakları İhlalleri ve Soykırım Suçu Abdulhamit Karahan'ın moderatörlüğünde Uygur Akademisi Başkan Yardımcısı Dr.
CANANCOŞKUN. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2 Mart’ta açıkladığı “İnsan Hakları Eylem Planı” hak savunucuları, hukukçular ve siyasetçilerin eleştirilerinin odağında. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve hukuk alanında bir takım reformlar vaat eden eylem planında iki yıllık bir zaman diliminde
Türkiye BM raporu uzatmalı olağanüstü hal döneminde yaşanan yaygın insan hakları ihlallerini detaylı anlatıyor. CENEVRE (20 Mart 2018) – BM İnsan Hakları Ofisi tarafından Salı günü yayınlanan rapora* göre Türkiye’de olağanüstü halin rutin olarak uzatılması yüzbinlerce kişinin -çalışma hakkı ve hareket özgürlüğünden keyfi olarak mahrum bırakılmasından
Ömer Faruk Gergerlioğlu. Gergerlioğlu: “Bana ulaşan insan hakları ihlalleri” . Gergerlioğlu, “Düşünün insanları hem işinden atıyorsunuz hem de pasaportunu iptal edip eğitim hakkını da elinden alıyorsunuz. Olacak işler değil ama maalesef ki yapılıyor. Böyle vakalara çok rastladık” dedi. detaylar haber imizde.
8fmE. XV. yüzyılın ortalarından XVI. yüzyılın sonlarına kadar süren Coğrafi Keşifler, yeni kara parçaları ve ticaret yollarını ortaya çıkarmış, dünyanın jeopolitik ve ekonomik dengesini değiştirmiş, dünyayı Eski ve Yeni Dünya olarak ikiye ayırmıştır. Bu süreçte Avrupalılar; Amerika, Asya, Afrika ve Uzak Doğu’nun birçok bölgesine keşif yolculukları Devleti’nin Akdeniz’e hâkim olduğu dönemde gerçekleşen Coğrafi Keşifler; Avrupa, Asya ve Afrika’da hayatın her alanında etkili olmuştur. Keşifler sonucunda yeni ticaret yollarının bulunması ve ticaret merkezlerinin ortaya çıkması, stratejik dengeleri hareketleri Avrupa’nın Türklere bağımlı olmaksızın ticaret yapabilmelerine, yeni ürünlerle insan kaynaklarını Avrupa’ya taşıyabilmelerine ve sömürgelerde büyük çiftlik tarzı üretim ile zenginliklerini artırabilmelerine neden olmuştur. Avrupa artık ihtiyaç duyduğu pek çok ürünü hiçbir vergi ödemeden yeni keşfedilen topraklardan temin Avrupa’nın önemli miktarda sermaye elde etmesini sağlayarak Sanayi Devrimi’ne giden bir süreci başlatmıştır. Keşifler sonunda Orta Çağ’ın skolastik düşünce yapısının değişmeye başlaması yeni bir iktisat anlayışını getirmiştir. Bu yeni iktisat anlayışıyla zenginleşen Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketlerini başlatan düşünce yapısı ortaya çıkmıştır. Burjuva sınıfı toplumsal ve ekonomik bir sınıf olarak önem kazanmıştır. Ulusal devletler, sömürgeciliğe yönelmiş ve İspanya, Portekiz gibi sömürge imparatorlukları kurulmuştur. Avrupa’nın Atlantik sahillerinde yer alan limanları giderek önem kazanmış ve bu limanlar süratle keşfi TemsilîAkdeniz ticareti ise geçirdiği sarsıntıya rağmen yine de eski önemini korumuştur. Keşfedilen yeni kıtalardaki İnka ve Aztek gibi eski medeniyetler imha ve talan edilmiştir. Keşifler, Osmanlı’yı ekonomik yönden çökertmemiş ancak Avrupa’nın ekonomik sıçramasına zemin hazırlayarak Osmanlı’nın Batı karşısında geri kalmasını medeniyetine ait harabeler PeruCoğrafi Keşifler’le birlikte patates, domates, mısır, fasulye, kakao, vanilya ve tütün gibi ürünler Akdeniz dünyasına girmiştir. Bu ürünlerin Eski Dünya’yı kapsayacak biçimde yayılması, insanların beslenme düzeninde, ekonomik koşullarında, günlük alışkanlıklarında, vücut dirençlerinin artmasında ve davranışlarında yeni gelişmelere ortam hazırlamıştır. Yeni ürünlerle birlikte yaşanan gelişmeler ve Avrupa’da ortaya çıkan refah ortamı, nüfusun artmasını hâkim olan Osmanlıların Doğu ticaret yollarını kontrol altına alması nedeniyle Avrupalıların yeni ticaret yolları arayışına girmesi. Doğu’nun ihtiyaç mallarına ulaşmak isteyen Avrupalıların keşfedilen yerlerdeki değerli madenlere sahip olma arzusu. Gelirlerini artırmak ve zenginliğe ulaşmak isteyen Avrupalı kralların keşif hareketlerini desteklemesi. Avrupa’nın XVI. yüzyılda tek güç olan Osmanlı Devleti’ne karşı meydan okuma isteği. Batı’da coğrafya ile denizcilik bilgisinin artması, cesur gemicilerin yetişmesi ve gemicilik teknolojisinin gelişmesi. Avrupalıların Hristiyanlığı yaymak istemesi Küçükkalay, 2001, düzenlenmiştir.
Osmanlı’nın kuruluş zamanında gerçekleştirdiği Rumeli fetihleri göz ardı edilirken, Fatih Sultan Mehmet 1453’te İstanbul’u fethettiğinde Bizans tarihe gömülmüş ve Türk ulusu Ortadoğu’daki en büyük güç konumuna yükselmişti. Çünkü Osmanlı Devleti toprakları, aynı zaman Çin’den başlayarak Orta Asya üzerinden Anadolu’ya ve oradan da Avrupa güzergahında ilerleyen “İpek Yolu” ve Hindistan üzerinden Irak, İran ve Suriye’den Akdeniz limanlarına ve İskenderiye’ye giden “Baharat Yolu Buhur Yolu”nu kendi kontrolünde tutmaktaydı. Osmanlı fetihlerini sürdürürken, Haçlı Seferleri sonrasında bilim ve teknik olarak gelişen Avrupa Devletleri ilk başlarda dini amaçla başlattıkları keşifleri artık Doğu’nun zenginlikleri için sürdürmek amacındaydılar. Çünkü makineleşme ve endüstrinin gelişmesi hammadde ihtiyacını ve üretilen malları geniş pazarlara sunmayı mecburi kılmıştı. Büyük pazarlara ulaşmak için köprü olarak kullanılan Osmanlıya ödenen vergiler ise satılan mamullerden kazanç elde etmeyi zorlaştırmaya başlamıştı. İlk olarak Osmanlı ile bir mücadele içine girişen Batı, Osmanlının her yerde önlerini kesmesinin ve güçlü ordusunun aldığı galibiyetlerle O’nu “Doğu Bloğu” olarak nitelendirmişti. 14. yüzyılın başlarında dini amaçla başlayan, Fransız ve Cenevizli gemiciler tarafından düzenlenen keşiflerden sağlıklı sonuçlar alınamamıştı. Yapılan bu ilk keşiflerde Kanarya Adaları ve Azor Adaları bulunmuştu. Fakat 15. yüzyıldan itibaren yapılan keşifler maddi amaçlarla yönetilir hale gelmişti. 2 3 Coğrafi Keşiflerin En Önemli Nedenleri Avrupa’nın coğrafya bilgisi olarak gelişmesi, pusulanın bulunması ve denizcilikteki deneyim konusundaki büyük gelişme. Çünkü daha önce denizciler kıyıdan uzaklaştıkça yön bulma korkusuna kapılıyorlardı. Ayrıca dünyanın düz olduğuna inanan denizciler ufuk çizgisini geçtiklerinde aşağı düşeceklerini sanıyorlardı. Avrupa’nın kendilerinde bulunmayan değerli maden, ipek ve baharat gibi maddeler için daha ucuz bir yol bulma çabaları. Özellikle İspanyol ve Portekizli gemicilerin Doğu’nun zenginlikleri ile ödüllendirileceği vaadi. Hıristiyanlığın bütün Dünyaya yayılmak istenmesi misyoner faaliyetler. Özellikle 13. yüzyılda yaşanan Moğol istilasının engellenmesi için gönderilen elçilerle birlikte dünya ve Doğu’nun zenginlikleri hakkında aktarılan ilk izlenimler. Bu gezginlerin en önemlisi Venedikli gezgin Marco Polo’dur. Amerika kıtasının keşfi 1492 Okyanuslarda bu rekabet yaşanırken İspanya hükümeti gemicilik tarihinde önemli bir ün sahibi olacak gemicisi 1451 yılında çoktan mürettebatı ile birlikte Okyanuslara yelken açmıştı. Bahsi geçen korkusuz denizci Kristof Colomb, İspanya Kralı Ferdinand ve eşi İsabella’nın yardımlarıyla Atlas Okyanusuna açılmıştı. 1451-1506 yıllarında yaşamı boyunca yaptığı kesiflerle bütün dünya denizcilik tarihine geçen Kristof Colomb, Asya kıtasına ulaşmak için çıktığı serüvende aslında 1492 yılında hiç ummadığı bir yer olan Bahama Adlarına yani Amerika kıtasına ulaşmıştı. Colomb, çıktığı karanın Amerika olduğundan habersiz ayrılırken, İtalyan denizci Amerigo Vespucci Colomb’un ölümünden bir yıl sonra 1507 yılında onun izini takip edince yeni bir kıta keşfettiğini anlamış ve kıta denizcinin kendi adıyla literatüre geçmişti. Ümit Burnu ve Hindistan'ın Coğrafi Keşiflerdeki Rolü Portekizli denizci Bartelemeo Diaz ise 1486 yılında tutulduğu bir fırtınayla güneye sürüklerek Natal’e ulaştı. Afrika’nın güneyinden dolanarak 1487 yılında Ümit Burnu’nu keşfeden denizci buraya Fırtınalar Burnu adını vermişti. 1498 yılına gelindiğinde ise Vasko De Gama Hint Okyanusu’nu aşarak Hindistan’ın batı kıyılarına ulaşmıştı. 1 2 Dünyanın yuvarlak olduğunun kanıtlanması 1519-1522 Magellan ve yardımcısı Del Cano 1519 yılında Alman Kralı olan Şarlken’in desteğiyle denizlere açılmıştır. İspanyadan yola çıkan Magellan, sürekli rotasını değiştirmeden ters yönde ilerleyerek seyahate başladığı yere dönmeyi düşünüyordu. Evet! Aslında Magellan yıllardır kilise tarafından reddedilen Dünyanın yuvarlar olduğu kanısını kanıtlamak istiyordu. Önce Güney Amerika kıyılarını dolaşan Magellan, kendi adını verdiği Magellan Boğazını bulmuştu. Büyük Okyanus’a açılan Magellan, Philippine Adalarına ulaştığında ada yerlileri ile yaptığı savaşta hayatını kaybetmişti. Magellan öldükten sonra yardımcısı olan Del Cano Ümit Burnu’nu dolaşarak 1522 tarihinde İspanya’ya dönmüştür. Böylece dünyanın yuvarlak olması kanıtlanmıştı. 1 2 Coğrafi Keşiflerin Osmanlı Devleti’nde Yarattığı Etkiler Keşiflerin asıl sebebi olan İpek ve Baharat Yolu, keşiflerin ardından eski ihtişamını yitirmiştir. Keşifler, Osmanlı Devletinin vergi gelirlerini olumsuz etkilemiştir. Sadece Osmanlı değil! Bütün Müslüman ülkelerde bulunan ticaret yollarının önemi giderek azalmıştır. Özellikle Akdeniz limanları eski önemini yitirmiştir. Fakat 1869 yılında Süveyş Kanalı Fransızlar tarafından açıldığında Akdeniz limanları azda olsa eski ihtişamına kavuşmuştur. Keşiflerin ardından ticaret yolları rağbet görmeyince Müslüman ve Kafkas halk yoksullaşmaya başlamıştır. Hatta Osmanlı Devleti o kadar yoksullaştı ki Avrupalı devletlere “kapitülasyon” adı altında birtakım gümrük ayrıcalıkları tanınmıştır. Kervan yolları üzerinde bulunan zanaatkar ve esnaf bu güzergah değişikliğinden olumsuz etkilenmiş ve Osmanlı Devleti Celali İsyanlarıyla savaşmak zorunda kalmıştır. Bu dönemden sonra Osmanlı Hint yolu için Portekizlilerle; Akdeniz için İspanyollarla mücadele etmiştir. 1 Coğrafi Keşiflerin Evrensel Boyutlardaki Sonuçları Keşiflerin Dünya üzerinde evrensel dini, ekonomik ve sosyal olmak üzere birçok etkisi olmuştur. Öncelikle Baharat ve İpek Yolları ile birlikte Akdeniz limanları önemini kaybederken Atlas Okyanusu kıyısında bulunan limanlar büyük önem kazanmaya başlamıştır. Keşfedilen yeni kıtalar silah zoruyla kontrol altına alınarak sömürgeleştirilmiş ve bu kıtalarda bulunan altın ve gümüş Avrupa’ya akmaya başlamıştır. Keşiflerin sonucunda zenginleşen burjuva sınıfı güç kazanarak Avrupa mallarına yeni pazarlar bulmuş ve bu gelişmeler Sanayi Devrimini tetiklemiştir. Keşfedilen yerlere götürülen Avrupa dini ve kültürel yapısı bu sömürgeleri Avrupalılaştırmıştır. Her ne kadar Hıristiyanlık yeni kıtalara yayılmış gibi görünse de aslında “Dünyanın yuvarlak olması” ve yeni yerlerin keşfi kiliseye olan inancı kökten sarsmıştır. Özellikle keşfedilen kıtalardan Avrupa’ya götürülen bilimsel ve kültürel eserler başta Rönesans olmak üzere büyük değişikliklerin mihenk taşı olmuştur. Coğrafi Keşifler, başta Rönesans ve Reform olmak üzere Avrupa’da meydana gelen birçok yenilikçi ve aydın hareketi de derinden beslemiştir. 2 İlginizi çekebilecek diğer olaylar En Yeniler geri ileri 1. Listedesiniz geri ileri Biyografiler Elvis Presley CV BİYOGRAFİ Kanuni Sultan Süleyman CV BİYOGRAFİ Joseph Goebbels CV BİYOGRAFİ Abraham Lincoln CV BİYOGRAFİ Piri Reis CV BİYOGRAFİ Barış Manço CV BİYOGRAFİ Alexander Graham Bell CV BİYOGRAFİ Adam Smith CV BİYOGRAFİ Alan Turing CV BİYOGRAFİ Adolf Hitler CV BİYOGRAFİ Friedrich Nietzsche CV BİYOGRAFİ Vecihi Hürkuş CV BİYOGRAFİ Marilyn Monroe CV BİYOGRAFİ Vladimir Lenin CV BİYOGRAFİ II. Abdülhamid CV BİYOGRAFİ
Coğrafi keşiflerin diğer avrupa ülkeleri tarafından değil de İspanya ve Portekiz tarafından başlatılmasının nedenleri neler olabilir?Coğrafi keşiflerin diğer avrupa ülkeleri tarafından değil de İspanya ve Portekiz tarafından başlatılmasının nedenleri neler olabilir? Tarih dersi sayfa 63 sorularının cevaplarını aşağıda keşiflerin diğer avrupa ülkeleri tarafından değil de İspanya ve Portekiz tarafından başlatılmasının nedenleri neler olabilir?Coğrafi keşiflerin diğer avrupa ülkeleri tarafından değil de İspanya ve Portekiz tarafından başlatılmasının nedenleri neler olabilir? sorusunun cevabını kısaca maddeler halinde ülkelerin coğrafi konumları sebebiyle kara yolu ile ticaret yollarına ulaşmaları çok zor olmasıİspanya ve Portekiz Kral ve Kraliçelerinin coğrafi keşifleri desteklemeleri, para sağlamaları,İspanya ve Portekiz’in Baharat ve İpek yollarına olan uzaklığıBu ülkelerde yetişmiş cesur denizcilerin olmasıTicaret yollarının başka ülkelerin elinde olması, zengin doğu ülkelerine kara yolu ile gitmenin zorluğuPortekiz ve İspanya’nın deniz limanlarının olması,Denizciliğin bu ülkelerde ileri seviyede olması deniz yolu ile yeni yerlerin kolay İspanyol ve Portekiz krallıklarınca, değerli madenlere ulaşılması için gemicilerin BİLGİ NOTUCoğrafî keşifler, 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalılar tarafından yeni ticaret yollarının bulunması amacıyla başlatılan ve yeni okyanusların ve kıtaların bulunmasıyla gerçekleşmiş olan keşifleri ifade keşifler sonucunda Avrupa yeni kıtalara yayılma ve onların zenginlik kaynaklarını ele geçirme olanağı elde etmiştir. 1 , 2 Coğrafi Keşiflerin en önemli sebebi ekonomiktir. Doğu ülkelerinin zenginliklerine ulaşamayan Avrupalılar başka ticaret yolları aramaya yolları bulmanın en kolay yolu deniz yolunu kullanmaktı. 1
“Sermaye tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak gelir.”[1] Charles Dickens’ın, İki Şehrin Hikâyesi’deki deyişiyle, “Dönem, zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü,”[2] diye betimlenmesi mümkün bir kesitten geçiyoruz. Bu isterseniz, “Burjuvazinin ve onun sömürü sisteminin çürüyüp kokuştuğu bir tarihsel dönem,” notunu da düşebilirsiniz. Tam da böylesi günlerde, sürdürülemez kapitalizme, onun III. Buhranı’na daha da fazla kafa yormak, geleceği kazanmanın “olmazsa olmaz”larından ve zindandaki Setenay Berdan da, Kapitalizmin Sonu-Teorik Analiz/ Bunalımlar Tarihi’ne[3] ilişkin derinlikli çalışmayı kaleme alan “kızıl profesör”lerden… Bilmiyor olamazsınız Demir parmaklıkların ardında, “Hepimiz, çıkarken kızıl profesör olarak çıkacağız,” diyen -Sosyalist Hareketin önemli teorisyenlerinden- Dr. Hikmet Kıvılcımlı da zindanlarda kendini yaratabilen “kızıl profesör”lerdendir; tıpkı Antonio Gramsci gibi…[4] İHD Diyarbakır Şubesi’nin raporuna göre, cezaevlerinde bin 334 ağır hasta ve tutuklu bulunduğu;[5] hak ihlâlleri ciddi boyutlara ulaşıp, sadece 2019’da Marmara Bölgesi’ndeki cezaevlerinden 502 başvuru yapılırken; 2 bin 186 hak ihlâli tespit edildiği[6] coğrafyamızda 2002’den 2019’a kadar cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısının 5 kat arttığı[7] ve daha da fazlası herkesin malûmuyken; zindanlar sadece zindan değil; aynı zamanda kızıl profesörlerin üniversiteleridir. Ve “Tarih 2008 sonuydu ve insanlık Kapitalizmin Sonu’nu çoktan tartışmaya başlamıştı,” notunu düşen Ona göre, “Gelinen aşamada kapitalizm, sadece tarihi misyonunu yerine getirmiş ve tarihi açıdan aşılmış değil. Yalnızca sınıf çelişkilerini son derece keskinleştirmiş değil, ama aynı zamanda ve bunlardan da önemlisi, kapitalizm, üzerinde yükseldiği değerin gelişim yasalarının tüm potansiyelini de tüketmiştir.”[8] İş bu hâl sürdürülemez kapitalizmin fiziksel sınırlarına ulaşırken; beşerî ve ekolojik bağlamda bir uygarlık krizi ile yüz yüze olduğuna işaret etmektedir. Sürdürülemez kapitalizmin bu durumunu; “Karanlık yalnızca, ışığın diğer yanı, onun gizli yüzü,”[9] diyen José Saramago’nun uyarısı ekseninde ele almak “olmazsa olmaz”ken; içinde debelenilen karanlık; müthiş bir aydınlık imkânı ya da daha da beter kapkara bir tehdittir. Tıpkı, “Kapitalizm zırh içindeki ölüdür,” diyen Antonio Gramsci’nin, “Eski dünya ölüyor ve yenidünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı,”[10] tanımlamasındaki hâl üzere… “Hepiniz farkındasınız; para da, toprak da, kanun da, fikir de, din de bu dünyada her şey sermayedarlara hizmet eder,” vurgusuyla Karl Marx’ın, bir kutupta servetin, zenginliğin, refahın, lüks yaşamın, diğer kutupta ise yoksulluğun, sefaletin, işsizliğin, açlığın birikmesi kapitalist üretim tarzının tipik sonucudur. Bir uçta zenginlik, diğer uçta yoksulluğun birikmesi sermaye birikiminin gelişme yasasıdır. Ve Karl Marx bu yasayı, “kapitalist birikimin mutlak genel yasası” olarak tanımlayıp[11] ekler “Sermaye… bir toplumsal üretim ilişkisidir. Bir burjuva üretim ilişkisi, burjuva toplumun üretim ilişkisidir.”[12] “Kapitalist üretimin amacı ürün değil, artı-değerdir.”[13] “Mevcut maddi zenginliğin, emekçinin gelişme gereksinmelerini karşılayacak yerde, tam tersine, emekçinin yalnızca mevcut değerlerin kendisini genişletmesi gereksinmelerini karşılamak üzere var olduğu bir üretim tarzında da, durum, bundan başka türlü olamaz. Tıpkı bir dinde insanın kendi beyninin ürünü olan şeylerin yönetimine girmesi gibi, kapitalist üretimde de, insanoğlu, kendi elinden çıkma ürünler tarafından yönetilir.”[14] “Bu toplumun çalışan üyeleri hiçbir şey elde etmezken, her şeyi elde edebilen üyeleri hiç çalışmamaktadırlar!”[15] Evet, “İnsan yaşamının bir meta olması için, demek ki köleliliği[16] kabul etmesi gerekir”ken;[17] ücretli köleliğin kollarında her şeyi metalaştıran kapitalizm, kaçınılmaz sonuna mündemiç imkânı da tarihin sahnesine çıkardı.[18] Ve de “Bu karmaşa ortasında, kapitalizmin sonunu getirecek Yeni Evre’ye tasarımlar dair başladı. Kapitalizmin tarihsel bir sınırı olduğunu hatırlatan Yeni Evre fikri, bu analiz noktasından aldığı güçle, kapitalizmin son 40 yıldır yaşadığı dönüşümün adını koyuyor”ken;[19] Setenay Berdan da kapitalizmin bunalımlı tarihine ilişkin teorik analizleriyle dünden bugüne, geleceğimize ışık tutuyor. * * * * * Sermayenin ne olduğunu anlayabilmek için metaların dolaşım sürecini incelemek gerekir. Çünkü metaların dolaşımı sermayenin başlangıç noktasıdır. Meta üretimi ve “ticaret” diye adlandırılan gelişmiş meta dolaşımı, sermayenin doğup büyüdüğü tarihsel temeli oluşturur. XVI. yüzyılda oluşmaya başlayan dünya ticareti ve dünya pazarı, sermayenin modern tarihinin de başlangıcıdır. Söz konusu bağlamda sermaye birikim sürecinin anlaşılabilmesi açısından en önemli husus, sermayenin dolaşım hareketinin bütünselliği içinde kavranmasıdır. Karl Marx öncelikle bu hususu açıklığa kavuşturur Belirli bir miktarda paranın üretim araçlarına ve emek gücüne dönüşmesi, sermaye olarak iş görecek bir miktar değerin yapacağı ilk harekettir. Bu dönüşüm piyasada, yani dolaşım alanında olur. Hareketin ikinci aşaması ise, üretim sürecine başlangıçta yatırılmış bulunan sermaye bir artı-değeri de içeren metalara dönüşür dönüşmez tamamlanmış olur. Ancak bu metaların da yeniden dolaşım alanına sokulmaları elzemdir. Bu ise, üretilen metaların dolaşıma sokularak satılmaları, değerlerinin para olarak gerçeklik kazanması, bu paranın yeniden sermayeye dönüşmesi ve bu hareketin durmadan yenilenmesi demektir. İşte “sürekli birbirini izleyen aynı aşamalardan geçerek oluşan bu döngü sermayenin dolaşım hareketini oluşturur.” “Emek-Değer Teorisi”nden “Meta Değer Biçimi”ne güzergâhında paranın muhtelif formlarını “Para-Değer”den “Sermaye-Değer”e dek irdeleyen yazar paranın sermayeye dönüşmesi, meta mübadelesinin içerdiği yasalar ile doğrudan ilişkili olduğunun altını çizer. Kaldı ki Karl Marx’ın da aktardığı üzere, Antik Yunan’ın ünlü tragedya yazarı Sophokles Antigone’de, “İnsanoğlunun hiçbir icadı para kadar fesat verici değildir, ülkeleri harap ve yerle bir eden odur/ Hilebazlığı öğreterek mertliği bozar ve böylece asil ruhları fenalığın menfur yoluna saptırır/ İnsanları her türlü hileye başvurdurur ve onlara her günahı işletir,”[20] diye yazmıştı. Meta üretimi, her bireysel üreticinin başka üreticilere bağımlı olduğu, toplumsal bir işbölümü gerektirir. Karl Marx, metalara yüklenen bu gizemli fetiş niteliğin, kapitalist üretim biçiminden kaynaklandığını, değerin en sonunda ulaştığı para biçiminin bile özel emeğin toplumsal niteliğini ve tek tek üreticiler arasındaki ilişkiyi aydınlığa kavuşturmak yerine, bunu örtbas ettiğini öne sürüp,[21] ekler “Zaman içinde para, metalar gibi insanların da değerlerini belirleyen, herkesin üzerinde bir güç gibi görünmeye başlar. Para artık bir tanrı gibidir.” Evet para metanın değer ölçüsüdür ve tüm toplumlarda sahibinin toplumsal zenginliğini ölçer, maddi zenginliğin genel temsilcisidir. Bu yüzden, burjuva toplumun zenginliği geliştikçe altın ve gümüş gibi değerli madenler için genişleyen bir pazar oluşur. Ancak paranın kendisi kıymetli hâle gelirken, metalar değersizleşir. Karl Marx böyle bir bunalım durumunu veciz sözlerle betimler “Burjuva, daha kısa bir süre önce, refah sarhoşluğunun verdiği bilgiççe bir kendine güven duygusuyla parayı boş bir hayal ilan etmişti. Sadece meta, paradır. Ama şimdi dünya pazarında yükselen çığlık şu Sadece para, metadır! Aç tavuğun arpa ambarından gayri bir şey hayal etmemesi gibi, onun da ruhu şimdi paranın, biricik zenginliğin peşindedir.” Karl Marx’ın bizzat tanık olduğu örneklerden hareketle, kapitalizmin kaçınılmaz bunalımlarının sergilediği tabloya açıklık getiren satırları çok önemlidir. Bunalım sırasında meta ile kendi değer biçimi yani para arasındaki karşıtlık mutlak çelişki derecesine ulaşırken; artı-değer üretimi kapitalist üretimin başlıca amacı ve hedefidir. İleri adımlarda kapitalizm büyük kapitalistlerin daha küçükleri mülksüzleştirmeye başlamasıyla, sermayenin merkezileşme eğilimini ortaya koyar. Yani “Bir kapitalist, daima birçoklarının başını yer. Emek sürecinin, gitgide boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarı ağına sokulması ve böylelikle kapitalist rejimin uluslararası karakteri, bu merkezileşmeyle ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesiyle el ele gider.”[22] Özetle kapitalist sistemin temel hareket yasalarının, sermaye birikiminin yasaları olduğu düzlemde tekelleşmedir bu ya da yaşatıldığımızın “sırrı”dır! Evet, evet tekelci kapitalizmin iyice çürüdüğü, insanlığı yıkıma sürüklediği yerkürede kapitalizm ulusal sınırlara sığmayıp, küresel ölçekte yayıldığı emperyalist tekelcilik evresidir bu. En önemlisi de sermayenin kendini sürekli geliştirme eğiliminin, çatışma ve kapitalist bunalımların kaynağına dek düşmesidir “Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir,” formülündeki üzere. Ancak genelleşmiş meta ekonomisi olarak kapitalist üretim tarzının genişletilmiş yeniden üretimi sürdürebilmek için toplumsal emek üretkenliğini arttırma zorunluluğu sürdürülemezlik momentinde tıkanır. Çünkü öne çıkan “yaratıcı yıkım” değil, sadece yıkımdır artık… * * * * * Emperyalist evrenin karakteristik özelliği budur. Kaldı ki sermayenin tekelleşme eğilimini 1843 gibi erken bir tarihte tespit eden Friedrich Engels, merkezileşmenin özel mülkiyetin doğasından kaynaklandığını vurgulayarak, orta sınıfların giderek artan biçimde yok olacağına ve dünyanın yoksullar ve milyonerler olarak bölüneceğine dikkat çekerken;[23] V. İ. Lenin de 1916’da kaleme aldığı Emperyalizm’de tekellerin gelişimini şöyle evrelendirmekteydi 1 Serbest rekabetin gelişmesinin en yüksek noktaya eriştiği 1860-1880 yılları. Tekeller ancak farkedilir embriyonlar hâlindedir. 2 1873 bunalımından sonra, kartellerin önemli gelişme dönemi; böyle olmakla birlikte, bunlar henüz istisna hâlindedir. 3 19. yüzyılın sonundaki ilerleyiş ve 1900-1903 bunalımı; bu dönemde, karteller, baştanbaşa ekonomik yaşamın temellerinden biri hâline geliyor. Bu, kapitalizmin en yüksek aşamasına, emperyalizme geçildiği dönemdir artık.[24] Tarihsel pratiğin ortaya koyduğu gibi emperyalizm mali oligarşinin küresel egemenliğiydi ve elbette bunun da bir öncesi vardı. Bilindiği üzere kapitalizm altında sömürgecilik, XVI. yüzyıldan XVIII. yüzyıla uzanan ticari kapitalizm merkantilizm döneminde, özellikle coğrafi keşiflerde ve denizaşırı toprakların fethinde somutlandı. Bu yayılmacılık, sömürgeleştirilen ülkenin zengin hammadde kaynaklarına el konması, metropol ülkenin fazla nüfusunun bu yeni topraklara yerleştirilmesi üzerinde yükseldi. Serbest rekabetçi kapitalizm olarak adlandırılan dönemin XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ve XIX. yüzyıl sonlarında ise, rekabetin tekelleşmeyi ortaya çıkardığı ve böylece kapitalizmin emperyalizm aşamasına ilerlediği bir geçiş evresi 1870-1900 yaşandı. Fakat sömürgeci İngiliz imparatorluğuna karşı rekabet mücadelesini sürdüren Almanya, İtalya ve Fransa, 1876-1900 yılları arasında gecikmiş biçimde yeni sömürgeler elde ederlerken, dünya da toprak bakımından paylaşılmış oldu. XX. yüzyılın başlangıcıyla birlikte içine girilen kapitalizmin emperyalizm aşaması, sanayileşmenin devasa boyutlara yükseldiği ve kapitalizmin kelimenin gerçek anlamında bir dünya sistemine dönüştüğü yeni bir dönemi başlattı. Daha önceki dönemlerin görece tek boyutlu ticari ilişkilerinin yerini, sermaye birikiminde muazzam atılımlar yapan tekelci güçlerin girift ilişkileri aldı. Mali sermaye, önündeki engelleri aşarak kârlı gördüğü her alana, her bölgeye, her ülkeye akmaya başladı. Kapitalist ülkeler arasında bitmek bilmeyen rekabet mücadelesi, daha önce sömürgecilik temelinde paylaşılmış olan toprakların yeniden paylaşılmasını, yani emperyalist savaşları gündeme getirdi. Kapitalist gelişme süreci içinde, giderek daha büyük bir kaynaşma temelinde banka sermayeleri ile sanayi sermayeleri iç içe geçti ve böylece mali sermaye oluştu. Bankalar, mali sermayeyi yöneten uluslararası nitelikte kurumlar hâline dönüştüler. Kapitalizmin emperyalist aşamasının temel özelliği olarak, tekeller belirleyici önem kazandılar. Emperyalizm mali sermayenin egemenliğine dayanan bir dünya sistemidir. Emperyalizm bir yeni-sömürgecilik sistemi olmayıp, uluslararası mali sermayenin nüfuz alanlarını yeniden ve yeniden paylaşmasına dayanan bir yayılmacılık tarzıdır. XX. yüzyılın başlangıcıyla birlikte kapitalizmin yükseldiği emperyalist aşamanın temel özelliklerini, Lenin’den hareketle, şu şekilde vurgulayabiliriz 1 kapitalist tekelci birlikler, 2 banka ve sanayi sermayesinin kaynaşması, 3 yabancı ülkelere sermaye ihracı, 4 dünyanın toprak bakımından paylaşımının çoktan tamamlanmış olması, 5 dünyadaki nüfuz alanlarının uluslararası ekonomik tröstler arasında paylaşılmaya başlanması. XX. yüzyılla birlikte, kapitalizmin en öne çıkan yönü sermaye ihracı oldu ve gelişmiş kapitalist ülkelerden ihraç edilen sermaye gittiği geri ülkelerdeki kapitalist gelişmeyi hızlandırdı. Eski sömürge ülkeler kapitalist pazara entegrasyon açısından giderek daha elverişli hâle gelmeye başladılar. Yani, sermaye ihracının yoğun olduğu bölgeler ve ülkeler, bu nedenle ekonomik açıdan eski dönemlerine oranla daha geri gitmediler. Tam tersine, aslında mali sermaye gruplarının yeterince kârlı bir yatırım alanı olarak görmedikleri ve sermaye ihraç etmedikleri eski sömürge ülkelerin birçoğu diğerlerine kıyasla daha geri durumda kaldılar. Ve nihayet emperyalizm mali sermayenin uluslararası yayılmacılığı, mali sermayenin imparatorluğuydu ama… Tüm bunların bir de “Ama”sı var. Yazar yapıtındaki “Spekülasyonun Yükselişi ve Düşüşü” “Kendi Temelini Oyan Likid-Değer” “Kabuk Çatlıyor” ve “Tarihsel Analiz” s287-441 bölümlerle “Ama”ya net yanıtlar veriyor. Görmek, kavramak gerek Kapitalizm çıkışsızlığa sürüklenirken, çürüyor. Bu durum kendisini pek çok emareyle ortaya koyuyor. Sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşmesindeki olağanüstü hızlanmayla birlikte toplumsal eşitsizliğin akıl sınırlarını zorlayan boyutlara ulaşması bunun en tipik göstergesi. Üretim araçları ve dolayısıyla zenginlik giderek çok daha küçük bir azınlığın elinde toplanırken, toplumun büyük çoğunluğu sermayenin köleliğine ve yoksulluğa mahkûm ediliyor. Yani çok özel bir tarihsel dönemden geçtiğimiz, gün geçtikçe daha fazla belirginleşiyorken; kapitalizmin içinde debelendiği umutsuzluğu daha fazla netleşiyor. Örneğin “küreselleşme”, “tarihin sonu” yalanları karaya oturup, tedavülden kaldırılırken; asalaklaşan ve çürüyen sürdürülemez kapitalizm, en büyük üretici güç olan insanı ve doğayı küresel ölçekte yıkımlara sürüklüyor. Bu belirtiler, kapitalist üretim tarzının üretici güçlerin gelişimini ve dünyanın varlığını tehdit eden bir tarihsel tükenmişlik noktasına dayanmış olduğunun ifadesidir. Evet kapitalist üretim tarzının doğasından kaynaklanan krizler, sistemi sarıp sarsarken; kriz potansiyelini içinde taşıyan kapitalizm kendiliğinden çökmeyeceğini, “zırh içindeki ölü” olarak yaşamını sürdürebileceğini de ortaya koyuyor. Bu bağlamda sürdürülemez kapitalizmin yıkılışını nihai kriz kehanetine bağlayan yaklaşımlar özünde yanlıştır. Burada Albert Einstein’ın, “Kapitalist toplumun ekonomik anarşisi bana göre kötü’nün gerçek kaynağıdır,” uyarısının altını çizip, bir parantez açalım “Kapitalizmin kurbanları birleşip güçlendikçe, içinde yaşadığımız ekonomik sistem sorgulanıyor. Bu da kapitalizm savunucularını ayağa kaldırıyor. Destekledikleri sistemin hangi tür’ kapitalizm olduğunu açıklamaya koyuluyor, belli koşullar ve sıfatlar icat ediyor. Örneğin serbest piyasa’ kapitalizmi mi? Kusursuz rekabet var mı, bilinçli mi, sosyal sorumluluk sahibi mi, yenilikçi mi, vesaire mi? Kapitalizm savunucuları bu sıfatlardan bazılarından yoksun olan kapitalizm türlerini eleştiriyorlar. Hatta daha da ileriye giderek, gerçek kapitalizm bu değil’ görüşünü savunuyorlar. Türlü sıfatlar icat ederek kapitalizm türlerinde ayrıma gitmek, kapitalizm savunucularının eleştirileri de kabul etmelerini sağlıyor. Eleştirel görüşlerin ortaya koyduğu tezler de doğrudan kapitalizme yönelik değil, mevcut türleri’ üzerine dillendirilmiş oluyor. Böylece savunucular, bir tür kapitalizmden kurtulup, yerine başka bir türünü koyarsak eksiklerin kaybolup gideceğini söyleyebiliyor. Bu mantığa göre serbest piyasa’ müritleri, var olan kapitalizm biçimlerine yönelik tüm eleştirileri sindirebiliyor. Gelir adaletsizliğini, istikrarsızlığı, haksızlıkları onlar da kınayabiliyor. Sonra da piyasanın tamamen’ serbest olmadığını açıklıyorlar. Ekonomiyi devlet denetiminde’ olmaktan çıkarıp, serbestleştirecek’ politikalar savunuyorlar. Savunucular için kapitalizm sözcüğünün önüne sıfatlar iliştirmek, kapitalizmin merkezindeki üretim ilişkileri’ ile ilgili eleştirilere olanak sağlıyor. Eleştirilen kapitalizmin kendisi değil, önüne konan sıfat oluyor… Köle sahipleri, kölelere seçim şansı vererek kölecilik sistemini kurtarmaya çalıştılar. Fakat insanlar nihayetinde problemin köleciliğin biçimleriyle ilgili olmadığını anladılar. Kölecilik, problemin kendisiydi ve bitmeliydi. Kapitalizm de aynı tarihi dönüm noktasında.”[25] O hâlde tarihi dönüm noktasında unutulmaması gereken Karl Marx’ın, “Eğer toplumu kapitalist değil de komünist bir toplum olarak düşünürsek, her şeyden önce, ortada ne para-sermaye diye bir şey olacak ne de bundan ileri gelen alışverişleri örten sahtelik,”[26] uyarısı olmalıdır. * * * * * Setenay Berdan çalışması boyunca, “Krizin kaynağının kapitalizm” olduğu gerçeğini ısrarla çiziyor. Evet “Fren Tutmaz Birikim ve Kâr Oranlarının Düşme Eğilimi Yasası Sermaye-Değer VI”de de yazarın değindiği üzere kâr oranlarındaki düşüş eğilimi kapitalist krizlerin ortaya çıkışında etkendir. Karl Marx, bu eğilimin, “modern iktisadın en önemli ve en karışık ilişkilerinin kavranması için hayati nitelikteki yasası” olduğunu belirtir ve “tarihi perspektiften en önemli yasadır,” der.[27] Yani kâr oranlarının düşüş eğilimi kapitalistler arasındaki rekabeti kızıştıran ve dolayısıyla krizleri mayalayan bir faktörken; çanlar kapitalizm için çalıyor. Kim ne derse desin sürdürülemez kapitalizmin içine girdiği krizle birlikte çöküşe doğru yol alıyor. Kapitalist üretim tarzının doğasından kaynaklanan krizleri nihai olarak ortadan kaldırmaya hiçbir burjuva hükümetin gücü yetmezken; kapitalist ekonomiye can veren tüm mekanizmalar birer birer tükenirken kapitalizmin kalbine giden bütün damarlar tıkanıyor. Yazarın “İlk Perde 1929 Bunalım”da işaret ettiği felaket ile sürdürülemez kapitalizmin güncel kriziyle mukayese edildiğinde 1929 Büyük Depresyon dönemini bile aşan bir derinlik ve yaygınlıkta seyrediyor. Yeri gelmişken hatırlatmadan geçmeyelim 1929-1930 Büyük Ekonomik Bunalımı, “Kara Perşembe” olarak anılan New York menkul kıymet borsasının çöküşü ile başlamış; ABD’de kısa sürede finansal kriz hâline dönüşmüş; 5 binden fazla çoğu tek şubeli yerel bankanın batmasına, 1200 dolayında bankanın da birleşme, satın almalar sonucu faaliyetinin sonlanmasına yol açarak bankacılık sistemini iflas eşiğine getirmiştir. Finansal kriz reel sektöre de sıçrayarak ABD’de 13 milyondan fazla kişinin işsiz kalmasına, milli gelirin de yaklaşık 1/3’ünün yitirilmesine yol açmıştı…[28] İnsanlık için belâya dönüşmüş kapitalizmin durum, görmek isteyen gözler için aslında son derece aşikârken; fiziki sınırlarına yaslanan sürdürülemez kapitalist balon patlamaktadır. Sürdürülemez kapitalizm büyük çöküşüyle yüz yüzedir. Covid-19 salgını ile krizin sonuçları çok daha acı ve net biçimde ortaya çıkmaktadır. Evet kapitalizmin krizi tüm yalanlara rağmen ağırlaşarak devam ediyor. Yaşananı “pandemi krizi” olarak adlandırmak bir çarpıtmadır; bu tür bir burjuva adlandırma, pandemi olmasa her şey çok daha farklı ve olumlu olacakmış düşüncesini empoze ettiği için problemlidir; ancak pandeminin hızlandırıcı bir faktör olduğu da “sır” değildir örneğin… √ 2020’nin ikinci çeyreğinde Nisan-Mayıs-Haziran ayları, ABD ekonomisi yüzde 9, Japon ekonomisi yüzde 10, Hindistan yüzde 24, İngiltere yüzde 22, AB yüzde 12 kadar küçüldü, Çin ekonomisi de ilk çeyrekte yüzde 10 küçülmüştü. Dünya ekonomisi tarihinde bu denli kısa süre zarfında ve bu denli küreselleşmiş bir başka ekonomik çöküş bulunmuyor![29] √ Merkez kapitalist ülkelerde yüzde 10’lara varacak ve hatta aşacak iktisadi küçülmeler, 195 milyon yeni işsiz! Daha şimdiden yalnızca ABD’de dört hafta içerisinde 22 milyon işçi kapı önüne konulmuştur![30] √ İngiltere ekonomisi 1709’dan beri en büyük daralmayı yaşıyorken; Ulusal İstatistik Kurumu’, ülke ekonomisinin 2020’de yüzde oranında küçüldüğünü açıkladı![31] √ Euler Hermes’e göre, 2019’da küresel iflaslarda gözle görülür bir artış gerçekleşti. 50 milyon Avro üzerinde ciroya sahip şirketlerin iflaslarında rekor artış yanında kümülatif ciroları 205 milyar Avro’yu aşan 342 büyük çaplı iflas yaşandı![32] √ Uluslararası Finans Enstitüsü’nün Küresel Borç Monitörü’ raporuna göre, 2020’nin üç çeyreğinde küresel borç tutarı 15 trilyon dolar artarak 272 trilyon doların üzerine yükseldi![33] √ Dünya Bankası’nın Küresel Borç Dalgaları Nedenler ve Sonuçlar’ raporunda son elli yılda küresel ekonomide dört büyük borç dalgası yaşandığına, her birinin de krizle sonuçlandığına dikkat çekildi. Rapora göre Gelişmekte Olan Ülkelerin GOÜ borçları tarihte görülmemiş bir düzeye 55 trilyon dolara, Gayri Safi Milli Hasılalarının GSYH yüzde 170’ine dayandı. 2010’dan başlayarak hızlı bir ivme yakalayan küresel borçlar da merkez ülkelerin borçları da hesaba katılarak küresel GSYH’nin yüzde 230’una tırmandı![34] Verili açmazlara ilişkin kapitalist makyajlara gelince; yapay yöntemlerle krizi atlatma ve büyük çöküşü öteleme çabaları, her seferinde krizi daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Çünkü sürdürülemez kapitalizmin temel açmazı, üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin ve üretici güçlerin toplumsal karakteri arasındaki çelişkiyle müsemmadır. Bu çelişki iktisadi alanda kendisini kâr oranlarının düşme eğiliminde, aşırı-üretim olgusunda ve kimi belirgin orantısızlıklar/dengesizliklerde açığa vurur. Kapitalizmin yapısal çelişkiden kaynaklanan sorunlardan kaçıp kurtulması mümkün değildir. Sürdürülemez özellikleriyle kapitalizm artık tarihsel bir gerileme ve durgunluk eğilimi içine girmiştir. Bu bir sistem krizidir, tüm sistemi, onun tüm alanlarını kapsamakta ve sistemi bir varoluş sorunuyla karşı karşıya getirmektedir. Kapitalizm insanlık açısından artık tamamen yıkıcı bir çürümeye dönüşmüştür. Çünkü emeğin yanı sıra doğanın da dizginsizce talan edilmesi, kapitalizm çerçevesinde aşılması mümkün olmayan bir ekolojik kriz de yaratmıştır. Sistem krizinin son derece önemli boyutlarından biridir bu. Tüm bunlar, on milyonlarca insanın hem yoksul bölgelerden hem de savaş alanlarından kaçıp hayatta kalmak üzere yollara düşmesiyle doğan bir göç krizini de beslemektedir. Bu durum suiistimal edilerek ileri kapitalist ülkelerde ırkçılığın yükseltilmesinin bahanesi hâline getirilmektedir. Avrupa’daki faşist hareketler bu konuyu suiistimal ederek güç topluyorlar. Dolayısıyla göçmen sorununun doğru bir temelde çözülmesi için mücadele aynı zamanda faşizme karşı mücadele anlamına gelmektedir. Gündelik yaşamda artan şiddet, suç oranlarındaki patlama, çürüme, yozlaşma ve lümpenleşme ile kendini ortaya koyan bir kültürel insanlık krizi de söz konusudur. Ve nihayet yerküreyi sarıp sarsan distopik manzara, kapitalizmin tarihsel tıkanmışlığıyla, bu tıkanmışlığın sürdürülemezliğinde ifadesini buluyorken; Karl Marx’ın, “Birdenbire patlak veren çöküşe kadar”[35] notunu düştüğü sürecin öncesinde “Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.”[36] Yani kapitalizm sorun çözemez; aksine çoğaltırken; kapitalizmin ekonomik krizleriyle işçi sınıfının mücadelesi arasındaki ilişkiyi mekanik bir tarzda değil, somut yaşamda olayların akışını belirleyen pek çok nesnel ve öznel faktörün diyalektik ilişkisi içinde kavramak gerekiyor. Krizler işçi sınıfının devrimci mücadelesinde otomatik olarak yükselişlere yol açmıyor. Ekonomi ile siyaset arasında karşılıklı fakat karmaşık bir etkileşim vardır. İşçi hareketinin siyasal ve örgütsel düzeyi, genel moral durumu, mücadele azmi ya da tersine mücadele yorgunluğu gibi faktörler, işçilerin krize gösterecekleri tepkinin de niteliğini belirler. Olumsuz koşullar işçi sınıfını ekonomik kriz karşısında büsbütün geriletip, böylece burjuvaziye soluk alma fırsatı verebilir. Ancak şunun da kesinlikle unutulmaması gerekiyor Krizin sorumlusu sermayedir, onun temsilcileridir, patronlardır, onun düzenidir. İşçi sınıfı sorumlusu olmadığı bu yıkımın yükünü sırtlanmayı reddetmeli, kendisine kurtuluşu vadeden iktidardan hesap sormalı ve asıl faturayı o, burjuvaziye ve kapitalizme çıkarmalıdır! * * * * * Diyeceklerimizi toparlayacak olursak; yazarın “Pompei Kronolojisi”nde işaret ettiği düzlemde birbirini izleyen dalgalanmalar sosyal hayatın her köşesinde iz bıraktıkça, patlama döneminden çöküntü dönemine geçiş veya bunun aksi, en büyük tarihi bunalım ve devrimleri doğuracaktır. Noam Chomsky’nin, “Alışılmış zihinsel düzenler değiştiğinde devrim patlak verir”; Michael Löwy’nin, “Devrim, kendini özgürleştirmek olmalı,” notunu düştükleri devrim,[37] bir devrimci durumu “olmazsa olmaz” kılar; tabii “Devrimin Güncelliği”ne sırt dönmeden ve kapitalist vahşetin hiçbir versiyonu ile uzlaşmayıp, Karl Marx’ın, “Komünistlerin teorisi tek bir cümlede toplanabilir; özel mülkiyetin lağvedilmesi,” kesinliğine V. İ. Lenin’in de uyarılarını ekleyerek “İşçiler ve tüm emekçiler aç, çıplak, bitmiş ve tükenmiş bir durumda iken saf demokrasiden, genel olarak demokrasiden, eşitlikten ve özgürlükten söz etmek, emekçiler ve sömürülenler ile alay etmek demektir”! “Ezilenler ile ezenlerin, sömürülenler ile sömürenlerin eşitliği’ olamaz, yoktur ve olmayacaktır”! “Kapital iktidarda kaldıkça, değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, değil yalnız bilim, her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır”! * * * * * Son bir şey de Karl Marx’ın, “İktisatçılar nasıl burjuva sınıfının bilimsel temsilcileriyse, sosyalistler ve komünistler de proleter sınıfın teorisyenleridir,”[38] tarifine tıpatıp uyan Setenay’ın Berdan’ın çalışmasının bizlere, Huey Newton’un şu sözlerini anımsattığıdır “Bir devrimciyi hapsedebilirsiniz ama devrimi hapsedemezsiniz. Bir özgürlük savaşçısını ülke içinde kovalayabilirsiniz, ama özgürlük savaşımını kovalayamazsınız. Bir kurtarıcıyı katledebilirsiniz, ama kurtuluşu katledemezsiniz…” Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır “Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyenlerden; dünyaya aşağıdan bakanlardan; kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayanlardan; yaşadıklarımdan asla pişman olmayanlardan ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addedenlerden; sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyenlerden; bir afet-i devrana aşık olanlardan; hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olanlardan ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyenlerin safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dediklerinden ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.” N O T L A R [*] Leninist Teori, Kitap Dizi-2, Eylül 2021… [1] Karl Marx, Kapital, C1, çev Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965. [2] Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi, çev Meram Arvas, Can Yay., 2018 [3] Setenay Berdan, Kapitalizmin Sonu-Teorik Analiz/ Bunalımlar Tarihi, Yeni Dönem Yay., 2020, 455 sahife. [4] “Gramsci’nin doğduğu yer olan Sardunya, İtalya’nın arkaik değilse de geri ve yarı-kolonyal yanını örnekliyordu; Gramsci’nin işçi sınıfı önderi olduğu Fiat fabrikalarının bulunduğu Torino, şimdiki gibi o zaman da sanayi kapitalizminin en ileri aşamasını ve göçmen köylülerin yığınlar hâlinde işçilere dönüşmesini temsil etmekteydi. Başka bir ifadeyle, zeki bir İtalyan Marksisti, hem gelişkin kapitalist dünyanın hem de Üçüncü Dünya’ ve ilişkilerinin niteliğini kavramak açısından tam olarak birine ya da diğerine ait olan ülkelerin Marksistlerinden farklı olarak olağanüstü biçimde avantajlı bir konumdaydı. Yeri gelmişken belirtelim ki bundan dolayı, Gramsci’yi basitçe bir Batı komünizmi’ teorisyeni saymak yanlış olacaktır. Onun düşüncesi ne yalnızca sanayi bakımdan ileri ülkelere özgüydü ne de yalnızca o ülkelere uygulanabilirdi.” Eric J. Hobsbawm, Dünya Nasıl Değişir, çev Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2014, [5] “Cezaevlerin Bin 334 Ağır Hasta Var”, Birgün, 3 Haziran 2020, [6] “Cezaevlerinde 1 Yılda 4 Bin 805 Hak İhlâli”, Birgün, 23 Ocak 2021, [7] Dilan Esen, “Cezaevleri AKP’nin Eseri!”, Birgün, 18 Ocak 2021, [8] Setenay Berdan, Kapitalizmin Sonu-Teorik Analiz/ Bunalımlar Tarihi, Yeni Dönem Yay., 2020, [9] José Saramago, Körlük, çev Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 2017. [10] Antonio Gramsci, Modern Prens Machiavelli, Siyaset ve Modern Devlet Üzerine, çev Pars Esin, Dipnot Yay., 2014. [11] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt I, çev Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, [12] Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr, çev Sevim Belli, Sol Yay., 1965. [13] Karl Marx, Artı- Değer Teorileri-1, çev Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1998. [14] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt I, çev Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, [15] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976. [16] “Makine, kredi vb. kadar doğrudan kölelik de burjuva sanayisinin eseridir. Köle olmadan pamuk olmaz, pamuk olmadan modern sanayi olmaz. Sömürgelere değeri kazandıran kölelik olduğu gibi, dünya ticaretini yaratan da kölelik olmuştur ve büyük sanayinin önkoşulu da dünya ticaretidir. Demek ki, kölelik son derece büyük öneme sahip bir ekonomik kategoridir.” Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev Ahmet Kardam, Sol Yay., 1976, [17] Karl Marx, 1844 Elyazmaları-Ekonomi Politik ve Felsefe, çev Kenan Somer, Sol Yay., 1976, [18] “Meta, içeriğinden yani emekten kopup ayrılmaz. Meta, hem şey kullanma olarak hem de değer mübadele olarak bir insan ürünüdür. Emeğe ve üretici emeğin iç çelişmelerine oranla meta, hem ölçülen hem de ölçendir. Meta ancak kapsadığı emek dolayısıyla değer taşır ortalama toplumsal emek zamanı, der Marx; ama emek de, en sonunda, ancak meta üretici olması ve bizzat meta olması bakımından iş zamanı ve gücü olarak değer taşımak durumuna gelmiştir.” Henri Lefebvre, Marx’ın Sosyolojisi, çev Selahattin Hilav, Sorun Yay., 1996. “İşbölümünün kendine özgü birtakım sonuçları vardır. Bunlar özellikle maddi ve maddi olmayan emek arasındaki bölünmeden kendini gösterir.” Henri Lefebvre, Marksizm, çev Vedat Günyol, Alan Yay., 1990. “Bir toplum nedir? Marksist çözümlemeye göre, her şeyden önce ekonomik bir temeldir Maddi nesneleri ve metaları üreten emektir, işbölümü ve işin örgütlenmesidir. Sonra bir yapıdır Aynı anda hem yapılanan hem de yapılandıran, temel’ tarafından belirlenen ve mülkiyet ilişkilerini belirleyen toplumsal ilişkilerdir. Son olarak, tüzel oluşumları kanunlar, kurumları bu arada Devlet’i ve ideolojileri içeren üstyapılar gelir. Şema bu şekildedir.” Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev Işın Gürbüz, Metis Yay. 2011, [19] Süleyman Acar, “Setenay Berdan’ın Kapitalizmin Sonu’ Kitabı Üzerine”, Leninist Teori, Kasım-Aralık-Ocak 2020-2021, [20] Sophokles, Antigone, çev Ari Çokona, İş Bankası Kültür Yay., 2014. [21] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt I, çev Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, [22] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt I, çev Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, [23] Friedrich Engels, “Ekonomi Politiğin Bir Eleştiri Denemesi”, Karl Marx, 1844 El Yazmaları Ekonomi Politik ve Felsefe, çev Kenan Somer, Sol Yay., 1993, [24] V. İ. Lenin, Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, [25] Richard Wolff, “Kapitalizmin Sıfatları”, Birgün, 25 Ocak 2021, [26] Karl Marx, Kapital, Cilt II Sermayenin Dolaşım Süreci, çev Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1976. [27] Karl Marx, Grundrisse Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev Sevan Nişanyan, İletişim Yay., 4. baskı, 2014, [28] Öztin Akgüç, “Büyük Ekonomik Bunalımdan Çıkış”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2020, [29] Oktay Baran, “Sınırlarına Dayanan Kapitalist Balon”, 25 Eylül 2020… [30] Oktay Baran, “Kapitalizmin Tarihsel Sistem Krizi”, 22 Nisan 2020… [31] “İngiltere Ekonomisi 1709’dan Bu Yana En Büyük Daralmayı Yaşıyor”, 12 Şubat 2021… [32] “Küresel Düzeyde İflaslarda Gözle Görülür Artış Oldu”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2020, [33] “Uluslararası Finans Enstitüsü Küresel Borçlar 272 Trilyon Doları Aşarak Rekor Kırdı”, 19 Kasım 2020… [34] Hayri Kozanoğlu, “Dünya Bankası’ndan Borç Krizi Uyarısı”, Birgün, 24 Aralık 2019, [35] Karl Marx, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Cilt III Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci, çev Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1978, [36] Karl Marx, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Cilt III Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci, çev Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1978, [37] “Gramsci’nin devrim ısrarı sadece mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmesini değil, bunun yanı sıra, İtalya’da olduğu gibi-geçmişin hem yadsınması hem doğrulanması olarak- bir halkın yaratılmasını, bir ulusun gerçek kılınmasını temel almaktaydı. Gerçekten Gramsci’nin yazıları, geçmişte bir devrimde neyin devrimcileştirildiğine, neyin niçin ve nasıl korunduğuna dair -nadiren tartışılmış- çok önemli bir sorunu, süreklilik ile devrim arasındaki diyalektik sorununu ortaya koyar.” Eric J. Hobsbawm, Dünya Nasıl Değişir, çev Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2014, [38] Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev Ahmet Kardam, Sol Yay., 1976.
Danıştay Başkanı Zerrin Güngör- 'Dünya ülkeleri son zamanlarda küresel bir sorun olarak karşımıza çıkan terörizm ve bundan kaynaklanan sığınmacı, mülteci sorunları, devletler tarafından gerçekleştirilen geniş çaplı insan hakları ihlalleri bakımından sınıfta kalmaktadır'- 'Türkiye, bulunduğu stratejik konum nedeniyle yakın coğrafyada yaşanan terör eylemlerinden ve savaşlardan etkilenen bir ülke Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, "Dünya ülkeleri son zamanlarda küresel bir sorun olarak karşımıza çıkan terörizm ve bundan kaynaklanan sığınmacı, mülteci sorunları, devletler tarafından gerçekleştirilen geniş çaplı insan hakları ihlalleri bakımından sınıfta kalmaktadır." Kamu Denetçiliği Kurumu KDK ile Portekiz Ombudsmanlık Kurumu iş birliğiyle yürütülen "İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesinde Ombudsmanın Rolünün Güçlendirilmesi Projesi"nin KDK'deki kapanış toplantısında konuştu. Bireyin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasının zorunluluk olduğunu, insan haklarının hukuk dünyasının en önemli konusu olduğuna işaret eden Güngör, ihlalleri önlemek için hak ve özgürlüklerin yalnızca hukuki metinlerde yer almasının yetmeyeceğini, devletin de koruyucu tedbirler alması gerektiğini haysiyet sahibi olan insanın, dil, din, ırk ve diğer özellikleri itibarıyla değil, sadece ve sadece insan olduğundan dolayı belirli şekilde muamele edilme hakkına sahip olduğuna dikkati çekti."Ne yazık ki günümüz dünyasında bu hususlar göz ardı edilerek ayaklar altına alınmaktadır." değerlendirmesinde bulunan Güngör, sözlerine şöyle devam etti "Dünya ülkeleri son zamanlarda küresel bir sorun olarak karşımıza çıkan terörizm ve bundan kaynaklanan sığınmacı, mülteci sorunları, devletler tarafından gerçekleştirilen geniş çaplı insan hakları ihlalleri bakımından sınıfta kalmaktadır. Halep'te, Doğu Guta'da, Arakan'da, Filistin'de, Yemen'de katledilen masum insanların görüntüleri, daha onurlu bir yaşam arayışı için yasa dışı yollarla Avrupa'ya geçmeye çalışan sığınmacıların Akdeniz ve Ege'de yaşadığı dramlar vicdanlarımızı derinden yaralamaktadır. Türkiye, bulunduğu stratejik konum nedeniyle yakın coğrafyada yaşanan terör eylemlerinden ve savaşlardan etkilenen bir ülke konumundadır. Türkiye, her dönemde bu ülkelerden kaçmak zorunda kalan, dil, din, ırk farklılığı gözetmeksizin zulme uğrayan kitlelerin özgürlük ve güvenlik bulduğu güvenli bir liman olmuştur." Güngör, mayıs ayı itibarıyla 4 milyona yakın Suriye vatandaşının geçici koruma statüsüyle Türkiye'de bulunduğunu, Türkiye'de son 8 yılda doğan Suriyeli çocuk sayısının 400 bini geçtiğini "Zorunluluk arz etmektedir" Türkiye'de 600 bin Suriyeli çocuğun eğitim gördüğünü dile getiren Güngör, Türkiye'nin savaş ve terörden kaçanlara kapılarını açtığını Türkiye'de kurulan kamplarda söz konusu kişilerin temel ihtiyaçlarının karşılandığını, bugüne kadar yaklaşık 37 milyar dolarlık harcama yapıldığını anlattı. Medeni dünyanın tüm temsilcilerinin bu sorunların çözümünde ortak hareket etmesinin zorunlu olduğunu vurgulayan Güngör, insanların barış, huzur ve refah içinde yaşayabileceği, hukukun üstün kılındığı bir dünyanın inşası için devletlere, uluslararası kurum ve kuruluşların yanı sıra herkese sorumluluk düştüğünü ifade etti. Temel hak ve özgürlüklerin yargısal güvence altına alınmadığı, idari eylem ve işlemlerin yargısal denetime tabi olmadığı bir düzende hukuk devletinden söz edilmeyeceğine dikkati çeken Güngör, idarenin eylem ve işlemleriyle hak ve özgürlükleri ihlal edilenlerin başvuracağı en etkili yolun idari yargı denetimi olduğunu Başkanı Güngör, idari yargının hak eksenli bakış açısıyla idareye yol gösterme görevini de yerine getirdiğini, bu sayede yeni ihlallerin doğmasının da engellendiğini işlem tesis etmeden, eylemde bulunmadan önce bunların temel hak ve özgürlüklere etkisinin değerlendirilmesi, buna göre adım atılması gerektiğinin altını çizen Güngör, temel hak ve özgürlükleri korumanın öncelikle idari makamların görevi olduğunu belirtti. - "Uluslararası çalışmalar önemli"Güngör, idareyle vatandaş arasındaki sorunları çözmekle görevli ara bulucu kurumların varlığının da temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından önem arz ettiğini Denetçiliği Kurumunun da insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine yönelik görevini başarıyla sürdürdüğünü ifade eden Güngör, kurumun görev alanındaki idari işlem ve eylemleri sadece hukuka uygunluk boyutuyla değil, aynı zamanda adalet anlayışı, insan haklarına saygı ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelediğini evrensel bir konu olan insan hakları alanında uluslararası çalışmaların da önemli olduğunu sözlerine ekledi. .
coğrafi keşiflerde insan hakları ihlalleri