🦒 Ömer Seyfettinin 5 Hikayesinin Yapı Tema Dil Ve Anlatım Unsurları
Anadolu; tabiî güzellikleri, insanı, sosyal hayatı ve folkloruyla edebî eserlere yansımıştır. 1923’ten 1940’a kadar olan dönemde ağırlıklı olarak Türk tarihi ve Atatürk’le ilgili konular işlenmiş, 1940’tan sonra ise hem bireysel duygu ve sorunlar hem de toplumsal sorunlar daha ağırlıklı bir şekilde ele alınmıştır.
Ortaöğretim 9. Sınıf dil ve anlatım ders kitabı cevaplarını paylaşmaya devam ediyoruz. Lise 9. Sınıf dil ve anlatım kitap çözümlerini sitemizde bulabilirsiniz. 1. Dönem dil ve anlatım 9 kitap cevaplarını paylaşmıştık. 2. Dönem 9. Sınıf dil ve anlatım ders kitabı cevaplarını sizlerle paylaşıyoruz. Sayfa 122 5.
10. Sınıf Dil ve Anlatım Soruları 5; 10. Sınıf Dil ve Anlatım Soruları 6 (45 soru) 10. Sınıf Türk Edebiyatı Ders Notu; 10. Sınıf Türk Edebiyatı Soruları; 11. Sınıf Dil ve Anlatım 2. Dönem Test Soruları; 11. Sınıf Dil ve Anlatım Dersi 1. Dönem Test Soruları; 11. sınıf Türk Edebiyatı 2. Dönem Test Soruları
Çatışma hikâyede karşıt duygu, düşünce ve isteklerin; kişilik özelliklerinin bir arada sergilenmesi ile ortaya çıkan durumdur. Olayların dayandığı asıl ögedir, merak duygusunu canlı tutar: hayal-gerçek çatışması vb. Hikâye Türleri. Hikâyeler genel olarak olay hikâyesi ve durum hikâyesi olmak üzere ikiye ayrılır:
ÖmerSeyfettin Yüz Akı Konusu: İnsanlara geçmişte yaşadıkları olaylardan dolaya karşısına çıkan herkese ön yargıyla bakması kimseye güvenmemesi. Ömer Seyfettin Yüz Akı Ana Fikri: Kimseye güvenmeyip doğruyu söyleyen insanlara inanmama. Ömer Seyfettin Yüz Akı Kitap Kısa Özeti: Öyküde Mehmet Efendi belirli bir mal
tekraryayımlanmıtır. Buna göre hikâyeler on yedi ayrı kitapta toplanır.3 Ömer Faruk Huyugüzel, bu kitaplarda kısa hikâye4 olarak dikkate almamız gereken eser sayısını yüz yirmi be (125) olarak tespit etmitir.5 Bu hikâyelerden biri olan “Beyaz emsiye” ele aldığı konunun karmaıklığı ve dikkat çekiliği
ÖmerSeyfettin'in yazdığı Forsa hikayesinin anlatım yöntemleri nelerdir; ömer seyfettinin koşma şiirinin yapı unsurları; Sadako roman mı hikaye mi? Milli edebiyat hikayelerinde yer alan kadın karakterlerin önemi; Mehmet Akif Ersoy "Kocakarı ile Ömer" Şiirinin İncelenmesi "Sarıkaya isimiyle " isim tamlamasımı
RumeliDEDil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, cilt.11, ss.42-58, 2018 (Diğer Kurumların Hakemli Dergileri) 2017 Türkçe Öğretim Programına Göre Hazırlanan 5.Sınıf Türkçe Ders Kitabındaki Metinlerin Temaları Ve Türleri Üzerine Bir Değerlendirme
Askerlik anıları ve günlük hayat oluşturur. Kısa cümlelere dayanan okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır. Ömer Seyfettin'in öyküleri çoğunlukla beklenmedik sürpriz bir sonla biter. Hikâyelerinde menkıbe, efsane, destan, halk fıkraları ve tarihten yararlanmıştır.
GEZİ(SEYAHATNAME) “Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip görmenin, iyi bir gözlemin ürünüdürler. Gezi yazılarının tarihi çok eskidir. İnsanlar hep uzak ülkeleri, uzak ülkelerin doğasını, insanlarını, bu insanların yaşayış biçimlerini ve yarattıkları
RefikÖzdek’in roman ve hikâyelerinde yapı ve tema. Date 2014. Author. Ateş, Ömer Faruk. Metadata Show full item record.
2010 Yılı 11.Sınıf Dil ve Anlatım Kitabı Cevapları (Ekoyay Yayınları) (Yeni Kitap) Sayfa 21 (4.Etkinlik) Cevapları 4.ETkinlik Küçük kızım Su’ya adlı parça lirik anlatım ile anlatılmıştır. COŞKU VE HEYECANA BAĞLI (LİRİK) ANLATIM. Özellikleri: 1.Lirik anlatımda dil “heyecana bağlı işlev”de kullanılır.
rayc6j. Ömer Seyfettin'in 5 hikayesinin kısa özeti Sevgili takipçilerimiz, Bu yazımızda Türk edebiyatının ünlü öykü yazarı Ömer Seyfettin'in seçme öykülerinden beşinin konusunu ve kısa özetini bulabilirsiniz... Ömer Seyfettin'in 5 hikayesinin kısa özeti İlk Cinayet Ömer Seyfettin bu hikayesinde dört yaşlarında bir çocuğun bilinçsizce bir hayvanı öldürmesi ve bunun ömür boyu süren pişmanlığını anlatıyor. Ant Çocukların birbirlerinin kanını içerek kan kardeşi olmaları ve kan kardeşlerin kötü gününde kardeşinin yanında olacağına ant içerek yaptıkları fedakarlıkları anlatan enfes bir öykü... Nadan “Nâdanla bilgisiz,kaba,cahil kişi sohbet etmek âkile akıllıya cehennem ateşinden beterdir..” ana düşüncesini anlatan az bilinen ; ama çok eğlenceli bir hikayesi... Bu keyifli hikayeyi mutlaka okumanızı öneririz. Diyet Kimseye minnet etmeyen Koca Ali'nin gözünü kırpmadan diyetini ödemesini anlatan sarsıcı ve ibretlik bir hikaye... Kızıl Elma Neresi Ömer Seyfettin’in milli kimlik üzerine yoğunlaştığı 1917’de yazdığı Kızıl Elma Neresi adlı öyküde ordunun hükümdara mutlak itaati ve devletin ilkelerine bağlılığı vurgulanır... Kaynak
Bu yazımızda Ömer Seyfettin'in Forsa ve incelemesi yer alıyor. Edebiyatımızda klasik vak'a hikayeciliğinin öncü ismi Ömer Seyfettin konularını Osmanlı tarihinden, askerlik ve çocukluk anılarından alan pek çok hikayesinde milli ve manevi değerleri işlemiştir. Forsa / Ömer Seyfettin Akdeniz’in, kahramanlık yuvası sonsuz ufuklarına bakan küçük tepe, minimini bir çiçek ormanı gibiydi. İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı rüzgarıyla sarhoş olan martılar, çılgın bağrışlarıyla havayı çınlatıyordu. Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı. Beyaz taşlardan yapılmış kısa bir duvarın ötesindeki harabe vadiye kadar iniyordu. Bağın ortasındaki yıkık kulübenin kapısız girişinden bir ihtiyar çıktı. Saçı sakalı bembeyazdı. Kamburunu düzeltmek istiyormuş gibi gerindi. Elleri, ayakları titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize baktı, baktı. – Hayırdır inşallah! dedi. Duvarın dibindeki taş yığınlarına çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Sırtında yırtık bir çuval vardı. Çıplak ayakları topraktan yoğrulmuş gibiydi. Zayıf kolları kirli tunç rengindeydi. Yine başını kaldırdı. Gökle denizin birleştiği dumandan çizgiye dikkatle baktı, Ama görünürde bir şey yoktu. Bu, her gece uykusunda onu kurtarmak için birçok geminin pupa yelken geldiğini gören zavallı eski bir Türk forsasıydı. Tutsak olalı kırk yılı geçmişti. Otuz yaşında, dinç, levent, güçlü bir kahramanken Malta korsanlarının eline düşmüştü. Yirmi yıl onların kadırgalarında kürek çekti. Yirmi yıl iki zincirle iki ayağından rutubetli bir geminin dibine bağlanmış yaşadı. Yirmi yılın yazları, kışları, rüzgârları, fırtınaları, güneşleri onun granit vücudunu eritemedi. Zincirleri küflendi, çürüdü, kırıldı. Yirmi yıl içinde birkaç kez halkalarını, çivilerini değiştirdiler. Ama onun çelikten daha sert kaslı bacaklarına bir şey olmadı. Yalnız aptes alamadığı için. üzülüyordu. Hep güneşin doğduğu yanı sol ilerisine alır, gözlerini kıbleye çevirir, beş vakit namazı gizli işaretle yerine getirirdi. Elli yaşına gelince, korsanlar onu, “Artık iyi kürek çekemez!” diye bir adada satmışlardı. Efendisi bir çiftçiydi. On yıl kuru ekmekle onun yanında çalıştı. Tanrıya şükrediyordu. Çünkü artık bacaklarından mıhlı değildi. Abdest alabiliyor, tam kıblenin karşısına geçiyor, unutmadığı âyetlerle namaz kılıyor, dua edebiliyordu. Bütün umudu, doğduğu yere, Edremit’e kavuşmaktı. Otuz yıl içinde bir an bile umudunu kesmedi. “Öldükten sonra dirileceğime nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum, elli yıl tutsaklıktan sonra da ülkeme kavuşacağıma öyle inanıyorum!” derdi. En ünlü, en tanınmış Türk gemicilerdendi. Daha yirmi yaşındayken, Tarık Boğazı’nı geçmiş, poyraza doğru haftalarca, aylarca, kenar kıyı görmeden gitmiş, rast geldiği ıssız adalardan vergiler almış, irili ufaklı donanmaları tek başına hafif gemisiyle yenmişti. O zamanlar Türkeli’nde nâmı dillere destandı. Padişah bile onu, saraya çağırtmıştı. Serüvenlerini dinlemişti. Çünkü o, Hızır Aleyhisselâm’ın gittiği diyarları dolaşmıştı. Öyle denizlere gitmişti ki, üzerinde dağlardan, adalardan büyük buz parçaları yüzüyordu. Oraları tümüyle başka bir dünyaydı. Altı ay gündüz, altı ay gece olurdu! Karısını, işte bu, yılı bir büyük günle bir büyük geceden oluşan başka dünyadan almıştı. Gemisi altın, gümüş, inci, elmas, tutsak dolu vatana dönerken deniz ortasında evlenmiş, oğlu Turgut, Çanakkale’yi geçerken doğmuştu. Şimdi kırk beş yaşında olmalıydı. Acaba yaşıyor muydu? Hayalini unuttuğu, karlardan beyaz karısı acaba sağ mıydı? Kırk yıldır, yalnız taht yerinin, İstanbul’un minareleri, ufku, hayalinden hiç silinmemişti. “Bir gemim olsa gözümü kapar, Kabataş’ın önüne demir atarım” diye düşünürdü. Altmış yaşını geçtikten sonra efendisi, onu sözde özgür kıldı. Bu özgür kılmak değil, sokağa, perişanlığa atmaktı, Yaşlı tutsak bu bakımsız bağın içindeki yıkık kulübeyi buldu. İçine girdi. Kimse bir şey demedi. Ara sıra kasabaya iniyor, yaşlılığına acıyanların verdiği ekmek paralarını toplayıp dönüyordu. On yıl daha geçti. Artık hiç gücü kalmamıştı. Hem bağ sahibi de artık onu istemiyordu. Nereye gidecekti? Ama işte, eskiden beri gördüğü rüyaları yine görmeye başlamıştı. Kırk yıllık bir rüya… Türklerin, Türk gemilerinin gelişi…Gözlerini kurumuş elleriyle iyice ovdu. Denizin gökle birleştiği yere baktı. Evet, geleceklerdi, kesindi bu, buna öylesine inanıyordu ki… – Kırk yıl görülen bir rüya yalan olamaz! diyordu. Kulübe duvarının dibine uzandı. Yavaş yavaş gözlerini kapadı. İlkbahar bir umut tufanı gibi her yanı parlatıyordu. Martıların, “Geliyorlar, geliyorlar, seni kurtarmaya geliyorlar!” gibi işittiği tatlı seslerini dinleye dinleye daldı. Duvar taşlarının arkasından çıkan kertenkeleler üzerinde geziniyorlar, çuvaldan giysinin içine kaçıyorlardı, gür, beyaz sakalının üstünde oynaşıyorlardı. Yaşlı tutsak rüyasında, ağır bir Türk donanmasının limana girdiğini görüyordu. Kasabaya giden yola birkaç bölük asker çıkarmışlardı. Al bayrağı uzaktan tanıdı. Yatağanlar, kalkanlar güneşin yansımasıyla parlıyordu. Bizimkiler! Bizimkiler! diye bağırarak uyandı. Doğruldu. Üstündeki kertenkeleler kaçıştılar. Limana baktı. Gerçekten, kalenin karşısında bir donanma gelmişti. Kadırgaların, yelkenlerin, küreklerin biçimine dikkat etti. Sarardı. Gözlerini açtı. Yüreği hızla çarpmaya başladı. Ellerini göğsüne koydu. Bunlar Türk gemileriydi. Kıyıya yanaşıyorlardı. Gözlerine inanamadı. “Acaba rüyada mıyım?” kuşkusuna kapıldı. Uyanıkken rüya görülür müydü? İyice inanabilmek amacıyla elini ısırdı. Yerden sivri bir taş parçası aldı. Alnına vurdu. Evet, işte hissediyordu. Uyanıktı. Gördüğü rüya değildi. O uyurken, donanma burnun arkasından birdenbire çıkıvermiş olacaktı. Sevinçten, şaşkınlıktan dizlerinin bağı çözüldü. Hemen çöktü. Karaya çıkan bölükler, ellerinde al bayraklar, kaleye doğru ilerliyorlardı. Kırk yıllık bir beklemenin son çabasıyla davrandı. Birden kemikleri çatırdadı. Badem ağaçlarının çiçekli gölgeleriyle örtülen yoldan yürüdü. Kıyıya doğru koştu, koştu. Karaya çıkan askerler, ak sakallı bir ihtiyarın kendilerine doğru koştuğuna görünce – Dur! diye bağırdılar. İhtiyar durmadı, bağırdı – Ben Türküm, oğullar, ben Türküm. – … Askerler onun yaklaşmasını beklediler. İhtiyar, Türklerin yanına yaklaşınca önüne ilk geleni tutup öpmeye başladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Haline bakanlar üzülmüşlerdi. Biraz heyecanı dinince sordular – Kaç yıldır tutsaksın? – Kırk! – Nerelisin? – Edremitli. – Adın ne? – Kara Memiş. – Kaptan mıydın? – Evet… İhtiyarın çevresindeki askerler birbirine karıştı. Bir çığlıktır koptu. “Bey’e haber verin!… Bey’e haber verin!” diye bağrışıyorlardı. İhtiyarın kollarına girdiler. Kuş gibi deniz kenarına uçurdular. Bir sandala koydular. Büyük bir kadırgaya çıkardılar. Askerin içinde onun kahramanlık serüvenlerini bilmeyen, ününü duymayan yoktu. Biraz güvertede durdu. Sevinçten şaşırmış, aptallaşmıştı. Ayağına bir çakşır geçirdiler. Sırtına bir kaftan attılar. Başına bir kavuk koydular. – Haydi, Bey’in yanına! dediler. Onu kadırgaya getiren askerlerle birlikte büyük geminin kıçına doğru yürüdü. Kara palabıyıklı, sırmalı giysisinin üzerine demir, çelik zırhlar giymiş iri bir adamın karşısında durdu. – Sen kaptan Kara Memiş misin? – Evet! dedi. – Hızır Aleyhisselam’ın geçtiği yerlerden geçen sen misin? – Benim. – Doğru mu söylüyorsun? – Niye yalan söyleyeceğim? – Aç bakayım sağ kolunu. İhtiyar, kaftanın altından kolunu çıkardı. Sıvadı. Bey’e uzattı. Pazısında haç biçiminde derin bir yara izi vardı. Bu yarayı, gecesi altı ay süren bir adadan karısını kaçırırken almıştı. Bey, ellerine sarıldı. Öpmeye başladı. – Ben senin oğlunum! dedi. – Turgut musun? – Evet… İhtiyar tutsak sevincinden bayılmıştı. Kendine gelince oğlu, ona – Ben karaya cenk için çıkıyorum. Sen gemide rahat kal, dedi. Eski kahraman kabul etmedi – Hayır. Ben de sizinle cenge çıkacağım. – Çok yaşlısın baba. – Ama yüreğim güçlüdür. – Rahat et! Bizi seyret! – Kırk yıldır dövüşü özledim. Oğlu, babasının ellerine varıp; vatanını, sevdiklerini göremeden seni tekrar kaybetmeyelim baba diye yalvararak, öptü. İhtiyar, kafasını kaldırdı, göğsünü kabarttı, daha bir gençleşmiş gibiydi. Bayrağı işaret ederek – Şehit olursam bunu üzerime örtün! Vatan al bayrağın dalgalandığı yer değil midir? FORSA HİKAYESİNİN İNCELEMESİ Konusu Esaret altında yaşayan yaşlı bir Osmanlı gemicisinin yıllar sonra özgürlüğüne kavuşması. Teması Umut, inanç, hürriyet Özeti Yaşlı bir Osmanlı gemicisi düşmanlara esir düşer. Esareti boyunca umudunu hiç kaybetmez. Hep, bir gün Osmanlı gemilerinin gelip kendisini kurtaracağını ümit eder. Esaretinin son günlerinde iyice yaşlandığı için onu yalnız bir adaya bırakırlar. Bir gün ufukta Osmanlı gemilerinin adaya yaklaştığını görür. Üstelik gelen geminin kaptanı kendi öz oğludur. Olay Örgüsü Kara Memiş adındaki tutsak bir ihtiyar adamın denize doğru yönelmesi ve sakin denize bakması İhtiyarın tanıtılması, neden esir olduğu ve geçmişte yaşadıkları İhtiyar adamın rüya görmesi ve Türk donanmasının adaya gelişi Forsa olan ihtiyarın rüya ile gerçek arasında bocalaması ve askerlere doğru koşması İhtiyarın Türk askerleriyle buluşması ve kendini tanıtması Askerlerin ihtiyarı kaptanın yanına götürmeleri Kaptanın yaşlı adamın babası olduğunu öğrenmesi İhtiyar tutsağın bayılması Yaşlı adamın askerlerle savaşa katılmak istemesi tarafından hazırlandı YAPI UNSURLARI Forsa adlı hikayede olayları birbirine bağlayan unsurlar hikayenin de yapısını oluşturan kişiler, zaman ve mekandır. Kişiler, Zaman ve Mekan Hikayedeki Kara Memiş,Turgut, korsanlar, efendi, bağcı,Türk askerleri kişileri; otuz sene, kırk sene, altmış yaşında gibi yuvarlak ifadeler zamanı; korsan gemisi, ada ve Türk gemisi de olayların geçtiği mekanları göstermektedir. Forsa adlı hikayede anlatılanların gerçek hayatta aynen yaşanması mümkün metinde anlatılanlar ’kurmaca gerçeklik’’tir. Doğal gerçeklik olarak düşünülse bile aynı olay örgüsüyle kişilerle, zaman ve mekanlarıyla anlatılanların aynen yaşanması mümkün değildir. ’’İnsana özgü gerçeklik’’ söz grubu,insana ait her şeyi,onun hayal,tasarı,izlenim ve düşüncelerini de içine alarak ifade eden gerçekliği ortaya koymaktadır. Kişiler ve Özellikleri Hikayenin Kahramanı Kara Memiş Mekan ve Özellikleri Forsa adlı hikayedeki mekanlar ve özellikleri şu şekildedir; Korsan Kadırgaları Kara Memiş’in kürek mahkumu olduğu mekan. Akdeniz kıyısındaki ada Kara Memiş’in esir olarak satıldığı ve ömrünün geri kalanını geçirdiği mekan. Kulübe Kara Memiş’in özgürlüğüne kavuştuktan sonra yaşadığı mekan. Kasaba Kara Memiş’in acıktığında gittiği ada kasabası. Büyük Türk Kadırgası Kara Memiş’in oğlu Turgut’la karşılaştığı mekan. Forsa hikâyesini farklı bir mekânda yeniden kurgularsak hikâye aynı etkiyi göstermez. Çünkü metindeki kişiler ve mekanlar bir bütünlük oluşturacak şekilde kurgulanmıştır. Farklı mekanlar bu bütünlüğü bozacağı için hikaye aynı anlam bütünlüğüne ve etkiye sahip olmaz. Zaman Forsa adlı hikayedeki zaman ifadelesi olarak şu şekilde örnek verebiliriz *Bu ’her gece’’ uykusunda kendisini kurtarmak için birçok gemilerin pupa yelken gelmediğini gören zavallı eski bir Türk forsasıydı. Zaman, metindeki yapıyı tamamlamak amacıyla kullanılan unsurlardan biridir. Anlatıcı ve Bakış Açısı Hikaye 3. kişili anlatıcı tarafından anlatılmıştır. Anlatıcı olayların öncesi ve sonrasını; kahramanların iç dünyalarına kadar bilen ilahi bakış açılı hakim anlatıcıdır. Yazar Hakkında ÖMER SEYFETTİN 1884 – 1920 Edebi Kişiliği Maupassant klasik vak'a öyküsü tarzı olay hikâyeciliğinin bizdeki en büyük ismidir. Hikâyeciliği meslek olarak gören ilk sanatçıdır. Milli Edebiyat akımının öncü kişilerindendir. Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem'le birlikte Selanik'te 11 Nisan 1911'de Genç Kalemler dergisini çıkarır. Bu dergide yayımladığı "Yeni Lisan" makalesinde dilin sadeleştirilmesi gerektiğini savunan Ömer Seyfettin divan edebiyatı, Tanzimat, Servetifünun ve Fecriati edebiyatı sanatçılarına yer yer ağır eleştirilerde bulunur. Genç Kalemler dergisinde ilk kez Milli Edebiyat kavramına yer verilir. Milliyetçilik, bu dergiyle edebiyatta başlamış olur. Türkçülük akımının kurucularındandır. “Toplum için sanat” anlayışıyla milli değerlere yönelmenin önderliğini yapmıştır. Uzun cümlelerden, söz oyunlarından, yabancı sözcük ve tamlamalardan kaçınmış, konuşma ve yazı dili arasında bir uyum kurmaya çalışmıştır. Realizm akımının etkisi altındadır. Hikâyelerinde milli bilinci uyandırma ve güçlendirme amacı taşımıştır. Mizahtan da yararlanarak toplumdaki aksayan yönleri eleştirmiştir; bu bakımdan hikâyeleri toplumsal hiciv karakteri taşır. Konuşma dilini yazı diline uygulamayı amaçlamıştır. Hikâyeleri teknik açıdan zayıftır, tasvirlere, psikolojik tahlillere önem vermez, daha çok olayı ön plana çıkarır. Hikayelerinin konularını Milli tarih daha çok Osmanlı tarihi Çocukluk anıları Askerlik anıları ve günlük hayat oluşturur. Kısa cümlelere dayanan okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır. Ömer Seyfettin'in öyküleri çoğunlukla beklenmedik sürpriz bir sonla biter. Hikâyelerinde menkıbe, efsane, destan, halk fıkraları ve tarihten yararlanmıştır. Kitaplaştırmadığı az sayıda şiiri de vardır. Efruz Bey ve Yalnız Efe adlı eserleri “uzun hikâye”, “roman” olarak da değerlendirilmektedir. Yaklaşık 160 hikayesi vardır. ESERLERİ Şiirleri Ömer Seyfettin'in Şiirleri 1972, Fevziye Abdullah Tansel derlemesi Romanları Ashâb-ı Kehfimiz 1918 Efruz Bey 1919 Foya Yarım kalan roman denemesi Sultanlığın Sonu Yarım kalan roman denemesi Yalnız Efe 1919, 1988 ➜İncelemesi için tıklayınız İnceleme Milli Tecrübelerden Çıkarılmış Ameli Siyaset 1912 Yarınki Turan Devleti 1914 Türklük Mefkuresi 1914 Türklük Ülküsü ilk 3 kitap birarada ölümünden sonra, 1975
ömer seyfettinin 5 hikayesinin yapı tema dil ve anlatım unsurları